Robert Kolej'in aylık gazetesi Bosphorus Chronicle'ın
Haziran sayısı için, öğrenciler Lale Tekişalp ve Alp Özçelik'ın
Esin Çelebi Bayru ile yaptıkları röportaj. 2007 yılının Mevlana yılı
olması fikri nasıl çıktı? Her yıl 17 Aralık’ta Mevlana’nı ölümü
dolayısıyla Şeb-i Aruz törenleri düzenleniyor. Bu törenler soğuk kış günlerine
denk geliyor. Biz daha sık törenler olsa da Konya’ya başka zamanlarda da gelinebilsin istedik. Mevlana’nın
doğum günü olan 30 Eylül’de de sema törenleri düzenlenmeye başlandı, derken
2007 yılının Mevlana’nın 800. doğum yılı olduğunu fark ettik ve böyle bir
proje çıktı ortaya. Projeyi, Uluslararası Mevlana Vakfı olarak önce Kültür Bakanlığı’na,
daha sonra da UNESCO’ya sunduk ve 2007 yılı Hz. Mevlana’nın 800. doğum yılı olması
nedeniyle, Mevlana yılı ilan edildi. Bu kapsamda yurt içinde ve yurt dışında neler
yapılıyor? 2007 Mevlana yılı ilan edildikten sonra, Kültür Bakanlığı
ve Dışişleri Bakanlığı bizi bir sivil toplum örgütü olarak görüşmelere
davet etti. Neler yapılabilir diye konuştuk. Bir sergi hazırlanması ve bununla büyük şehirleri
dolaşmak gibi bir projem vardı. Mevlana’yı tanıtmak amacıyla sempozyumlar düzenlemek,
sema törenleri yapmak – tabi manasını anlatarak… Mevlana’nın neler yaptığını
söylemek, niye bu kadar ön plana geçtiğiyle ilgili çalışmalar. Kısım kısım
yapılıyor bu tip çalışmalar ve etkinlikler. Yazı ve fotoğraf yarışmaları,
defileler, piyesler (İki piyes seyrettim. Birinde Hz. Mevlana’nın bir hikayesini oyuna çevirmişler,
çok hoşuma gitti, çünkü Mesnevi ve Divan-ı Kebür’den sözlerle oynanıyor
piyes. Diğeri ise Hz. Mevlana’nın hayatını anlatıyordu.), defileler (kıyafetler tasarlıyor
modacılar), danslar yapılıyor bu kapsamda. Bir film projesi de var. Herkes nasıl görüyorsa Mevlana’yı,
o şekilde anlatmaya çalışıyor.
Peki tüm bu etkinlikler ilgi görüyor mu? Mevlana’nın
yurt dışında çok ilgi gördüğünü biliyoruz. Yurt içinde durum nasıl? Merakı
olan ilgilenip bilgileniyor. Bir şey bilmeden gelip görüp bir şeyler almak daha da güzel. Bu senenin
önemi; hem önceden atılmış tohumların yeşersin istiyoruz, hem de yeni tohumlar ekiyoruz. Mevlana’nın
düşünceleri, felsefesi günümüzde doğru anlaşılıyor mu? Bugünlere doğru
iletilebilmiş mi sizce? Bu sorunun cevabını Mevlana versin isterseniz. Demiş ki; “Herkes
benimle dost oldu ama sırrıma ortak olmak isteyen çıkmadı”. Tabi herkes kendi kabınca
alıyor ve yorumluyor bu felsefeyi.
Uluslar arası Mevlana Vakfı hakkında bilgi verebilir
misiniz? Türkiye’den başka hangi ülkelerde çalışmalarınız oluyor? Kardeşim
Faruk Hemdem Çelebi (Hemdem dost, çelebi demek) vakfın 1. başkanı, ben 2. başkanıyım.
Amacımız Mevlana’nın düşüncelerini anlatabilmek, öz kültürümüzü
anlatabilmek, tanıtabilmek. Vakfın Hollanda, İsviçre, Almanya, Amerika gibi pek çok yabancı
ülkede de faaliyetleri oluyor. Bunun dışında internet aracılığıyla da pek çok
yere ulaşabiliyoruz.
Evet, Hz. Mevlana’nın yurt dışında da çok ili gördüğünü
ve sevildiğini biliyoruz. Hatta bizim Avustralyalı bir öğretmenimiz kedisinin adını Rumî
koydu. Mevlana bugünkü Afganistan sınırları içerisindeki Belh şehrinde doğdu.
O gün o bölgede Türk boylarından Harzemşahlar yaşıyordu. Kendisine Rumî diyerek Mevlana
Türk olduğunu, Anadolu’dan olduğunu belirtiyor. Farsça yazmasının sebebi o günün
edebiyat dilinin Farsça olması. Afganlar ve İranlılar ona Belhî diyor. Aslında anne ve babasının
kendisine koyduğu isim Mehmet Celaleddin. Mevlana kendisine sonradan yakıştırılan bir isim; efendimiz,
saygıdeğer kimse anlamına geliyor. Rumî ise Anadolu’da yaşadığı için.
Yani “Anadolu’da yaşayan saygıdeğer Celaleddin” de diyebiliriz.
Ailenizden bahseder misiniz? Ben Hz. Mevlana’nın
22. kuşak torunuyum. 5 kardeşin en büyüğüyüm. Benden sonra bir erkek kardeşim ve 3
kız kardeşim var. Tabi Mevlana’nın bizden başka torunları da var. Bizim özelliğimiz:
Mevlevilik Mevlana’nın kurduğu bir şey değil. Onun düşünceleri doğrultusunda
oğlu Sultan Veled ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafında kurulmuş Mevlevilik. Sultan Veled’in soyundan
gelenler o yola liderlik etmişler. Biz onların soyundan geliyoruz. En son Makam Çelebisi babamın büyük
babası Abdülhalim Çelebi, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’e destek vermiş,
1. mecliste 2. başkan seçilmiş. Tabi sonra Konya’ya dönmesi gerekmiş. Kendisinin yeşil
şeritli İstiklal Madalyası var. Bu çok gurur verici bir şey. Bir tarikat (tarikat demek istemiyorum
aslında; çünkü kelime çok rahatsız edici boyutlara geldi) liderinin bir yandan da böyle
bir konumda bulunması. Bir de şu var; Tekke ve Zaviye Kanunu hazırlanırken Abdüllhalim Çelebi
Atatürk’ten randevu alıyor, görüşüyorlar. Türkiye Cumhuriyet’i içindeki
tüm mevlevihanelerin kapatılacak deniyormuş. Karar veriyorlar, Bakır Çelebi Suriye Halep’te
en yakın mevlevihanenin başına geçiyor. Bu Mevlevihane açık kalıyor, çünkü
bu yerler birer kültür mirası. Bu sırada Abdülhalim Çelebi ölüyor. Türkiye
sınırları içindeki şeyhler dedeme biad ediyor, yani seçiyorlar. Sonra dedem 42 yaşında
ölüyor ve 17 yaşındaki babam artık manevî olarak Konya’nın lideri oluyor.
Mevlevihanelerde
eskiden nasıl bir eğitim olurmuş? Bir kişi
mevlevihaneye başvuruyor, Mevlevi olmak istediğini söylüyor. Tabi belli bir inceleme sürecinden geçiyor.
Bakıyorlar, huy olarak nasıl. Daha sonra anne baba rızası isteniyor. İzin verilirse 3 gün boyunca
mevlevihane mutfağında misafir ediliyor. Mutfak aynı zamanda mevlevihanenin kalbi. Tabi çok büyük
mutfaklar. Bu 3 gün boyunca kimse kendisiyle konuşmuyor ve ayakkabıları hep yanında duruyor. Beğenmezse,
yapamayacağını düşünürse hiçbir şey söylemeden ayakkabılarını
giyiyor ve gidiyor. Tabi bu sırada dedeler onu izliyor, o orayı izliyor. Eğer kabul ediliyor ve ediyor ise,
aşçı dede onu alıyor ve bir dedeyi ona hoca ilan ediyor. Yazması yoksa yazma öğretiliyor.
Kuran’ı anlayabilecek kadar Arapça ve Mesnevi’yi anlayabilecek kadar Farsça öğretiliyor.
Sema ve musiki öğretiliyor, bir enstrümana kabiliyeti varsa onda ustalaşıyor. Tezhip, minyatür
ve hat gibi güzel sanatlar öğretiliyor. Bu sırada ruhu ve nefsi terbiye ediliyor. Örneğin 18
tane çeşitli görevi oluyor, not almak için. Bulaşık yıkatılıyor mesela, temizlik
yapıyor, alışveriş yapıyor (bu da çok öneml, - parayı nasıl kullanıyor,
aldıklarını nasıl seçiyor, ne kadar zamanda gidip geliyor), üstlendiği görevi ne
kadar düzgün yapıldığına bakılıyor. En sonunda ise tualet temizliği yapılması
isteniyor. Diyelim hepsini tamamladı, sıra en ağır işe geliyor. Bunu da sabırla yaparsa bir
törenle kendisine “dede” ünvanı veriliyor. Bu eğitim 1001 gün, yani yaklaşık
3.5 sene sürüyor. Peki günümüzde Mevlevilik, Mevlevi
olmak ne demek? Mevlevilik
bugün için bir kültür olarak devam ediyor. Aslında bütün dünya bir Mevlevihane.
Bir sürü imtihandan geçiyoruz. Tüm zorluklardan geçmeli, hepsinden ders almalıyız. Hz. Mevlana Mesnevi’yi bize yol göstermek için
yazmış, her şeyi anlayabileceğimiz bir seviyeye indirmiş. Mesnevi’nin yazılışı
da şöyle: bir keresinde öğrencisi Çelebi Hüsamettin Mevlana’ya tüm bu söylediklerinizi
kaleme alsak diyor. Mevlana sarığının içinden 18 beyit çıkarıp veriyor. Daha sonra
giderek büyüyor ve 6 ciltlik bir eser çıkıyor ortaya. Tabi Çelebi Hüsamettin’in
tüm bunları kaydetmiş olması inanılmaz. Çünkü ne zaman söylediği belli
olmaz, ilham gelir gider, bir bakarsın hamamda söylemeye başlarmış. Bugün için söylediklerini
anlamaya gayret etmek lazım. Mesnevi aslında Kuran’ın farklı bir yorumu, meali denebilir. Mevlana
kendisi demiş ki “Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum. Onun söylediklerinden başka
bir şey söylemedim.” Zaten bakarsanız Mesnevi Kuran ile çok bağlantılı. Kuran’daki
bazı ayetleri hikayeler şeklinde anlatıyor. Daha kolay anlaşılması için. Divan-ı
Kebir de öyle. Yabancılar okuyor,
bu çok önemli. Bir şiirini okuyorlar, merak ediyorlar, buluyorlar, Mevleviliği, sonra da İslamiyet’i
kabul ediyorlar. Dansla ilgileniyor mesela birisi, bir Sema töreni izliyor, seviyor, araştırıyor. Bir
Arjantinli adam rüyasında görmüş Mevlana’yı. Biraz da sema gösterilerinden
bahsetmek istiyorduk. Bizim öğrendiğimize göre Hz. Mevlana bir gün çarşıda gezerken
bir bilezik ustasının çekicinden çıkan tık tık sesini Allah Allah olarak duyuyor, aşka
geliyor ve dönmeye başlıyor. Sema dönmenin buradan ortaya çıktığını duyduk.
Acaba doğru mu? Dönmek insanın tabii hareketi. Çocuk iki adım atar, döner.
Sevinince döneriz. Birbirimizi kucaklarken döneriz. Dönmek bir coşku ifadesidir. Başka manevi ritüellerde
de görebilirsiniz bu hareketi. Kızılderililer mesela, hem kendi etraflarında, hem de totemin etrafında
dönerler. Duyduğunuz hikaye Ulu Arif Çelebinin menkıbeler kitabında var. Yalnız bilezik değil,
altın inceltilirken çekiç seslerini duyuyor ve sema etmeye başlıyor. Hatta Hz. Mevlana’nın
bu coşkusunu gören dükkan sahibi işçiye durmamasını söylüyor. Aslında
altına çok da fazla vurulmaz inceltilirken, kırılır; ama o kadar hoşuna gidiyor ki onun bu
coşkusu… Hz. Mevlana aslında çok coşkulu, keyifli bir kişiymiş, ama başka kalıplar
içine sokmaya bayılıyor insanlar. Sema dönmek bir ibadet şekli aslında.
Bazı kimseler bunun bir gösteri halini almasının yanlış olduğunu düşünüyor.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bizim 800. yıl projesinden önce başka bir projemiz vardı;
Mevlevilerin sema ve müziğinin koruma konusunda. Bunu da önce Kültür Bakanlığı’na
sunduk, daha sonra UNESCO da kabul etti. UNESCO’ya sunulan en kapsamlı proje gibi de bir ünvanı var hatta
bu projemizin. Bunun üzerine UNESCO sema ve müziği korunması gereken miraslar listesine aldı. Devlet
sahip çıkmalı. Bu bizim kültürümüzse, ki kültürümüz, korunmalı.
Evet, sema bir ibadet şekli. Öncesinde abdest alınır, sonra meydana çıkılır. (Sağ
el yukarı, sol el aşağı – Allah’tan alıp, kalp yoluyla, halka vermek. Sihke – nefsinin
mezar taşı. Sarık belli bir seviyeye veriliyor. Tennure. Hırkası – nefsinin kabri.) Bir gösteri
halini alması, asıl maksadına uymasa da işin vitrini. Bunlar sayesinde insanlar bilgileniyor. Bu sayede
insanlar bir şeyler anlıyor, düşünüyor. Etkilenip din değiştirenler bile var. Herkes
semazen olabilir mi? Bayan semazen olur mu? Hz. Mevlana kadınları çağırır, soru
sorarmış, sema ederlermiş. Şeyhlik yapan kadın da var. Yani kadın semazen olmaz diye bir şey
yok, ama örf ve adetlerimiz işin içine giriyor tabi. Biz 9 yaşındayken kardeşimle beraber
sema öğrendik, sema dedesinden. Bir gösteri vardı, biz de çıkacaktık beraber ama sonra
örf ve adetler dolaysıyla çıkmadım. Sema öğrenirken ayağa çivi
takılıyormuş duyduğumuza göre…? Sema öğrenirken bir tahtanın üzerinde
çivi gibi yuvarlak bir çıkıntı olur. Bu sol ayağın baş ve ikinci parmağı
arasına konur ve tutarak dönülür. Tabi zamanla burası tahriş olacağı için çivinin
üzerine tuz dökülürdü ki mikroplar ölsün. Onca saat döndükten sonra semazenlerin
nasıl başı dönmüyor? Bu eğitimle gelen bir şey. Önce 180 derece döndürürler,
kollar kapalı. Sonra biraz daha fazla, biraz daha fazla derken insan alışır. Ayrıca dönerken
sol elin başparmağına bakılmalı. Ama bu da artık dejenere oldu. Ben bir tıp makalesinde
okumuştum, bazı baş dönmesi yapan hastalıklarda kafa 35 derece yatırılırsa baş
dönmesinin duracağı söyleniyor. Sema ederken de kafanın eğik olması önemli. Mevlevilik
bir tarikat. Tabi Müslümanlığa bağlı. Tam olarak Müslümanlığın nesi? Mevlevilik
Müslümanlıktan ayrı olamaz. Tasavvufta biraz daha işleri kolaylaştırmak var ama sonuçta
aynı şeyleri anlatıyorlar, aynı şeyler söyleniyor. Ama ben şöyle düşünüyorum;
bir tanesinde daha çok sevgi, aşk var. Mevlevilikte işin içine çok fazla sevgi giriyor. Bana
öyle geliyor ki; biri şunu yaparsan seni seveceğim diyor, diğeri şunu yapmasan da seni seveceğim
diyor. Maddi dünyanın zirvesinde insanlar doyumsuz. Mutluluk arayışları içindeler. Ruhları
aç. Bu açlık maneviyatla doyurulabiliyor. Bence Mevlevilikte insanlara ümit veren bir şey var.
Bir kere insan önce kendi kendini sevmeye, kendindeki güzellikleri, güzel özelliklerini bulmaya teşvik
ediliyor. Kendi iç güzelliklerinin farkına vardırıyor. Sende ne var? Bunu fark ediyor insan. Zaten
kendini seven başkasını da seviyor, derken tüm dünyayı kaplıyor bu sevgi. Hz. Mevlana’nın
çok sevdiğim bir dörtlüğü var bunu anlatan: “Bir can vardır canında. O canı
ara. Beden dağındaki güzel mücevheri ara. Ey dost …” Sufizm nedir? Sufizm farklı
bir şey. Eskiden insanlar inzivaya çekilirlermiş. Meditasyon yapar ve yün giyerlermiş (yün
üşütmez de terletmez de, çok güzel bir materyal o açıdan). Sufi yün demek. Bugün
kendilerine sufi diyenler kendi dinlerini bırakmamışlar ama ruhları bir arayış içinde
olduğundan pek çok öğretiyi birlikte yaşamaya çalışıyorlar, her şeyle
ilgileniyorlar. Günümüzde sufi müziği, yani tasavvuf müziği dediğimiz müzik bayağı
popülerleşti. Sizce yeterince korunabiliyor mu? Tasavvuf müziğinin korunması lazım.
Çok farklı bir müzik, çünkü karşılıklı meşke, hoca ve talebe arasındaki
meşke dayanıyor. Notayla olacak iş değil diyor bu işin bilenleri. Çok birebir bir eğitim.
Günümüzde bu müzik yozlaştırılıyor. Ama o zaman da başka bir müzik oluyor,
öyle değil mi? Çelebi ne demek? Çelebi bizim soyadımız. Aslında
“çalap” kökünden geliyor. Tanrı’yla ilgili, bilgili, manevi bilgisi çok olan,
efendimiz anlamına geliyor. Galata Mevlevihanesi’nin çok eskiden yapıldığını
biliyoruz. Acaba biraz bu mevlevihanenin tarihinden bahsedebilir misiniz? Bir de İstanbul’da Galata’dan başka
nerede Mevlevihane var? Galata Mevlevihanesi Fatih zamanında 1400’lerin sonlarına doğru yapılmış.
İstanbul’un ilk mevlevihanesi. Bunun dışında Zeytinburnu’nda Yenikapı Mevlevihanesi var.
Burada restorasyon yapılıyor. Yaşayan bir müze haline getirmeye çalışıyoruz. Üsküdar’da
da var bir Mevlevihane. Hep restorasyonlar yapılıyor, çeşitli projeler var. Amacımız buraları
eskiden olduğu gibi birer kültür merkezi olarak kullanabilmek. Galata Mevlevihanesi’nde her Pazar sema gösterileri
oluyor. Kadın erkek beraber olan gösteriler de oluyor arada. Canlı müzik var. Orkestraya
“mıtrıp” deniyor. Açıkçası biz Mevlana’ya ve Mevleviliğe çok
fazla ilgi olmayışından yakınmanızı bekliyorduk. Ama anladığımız kadarıyla
durum pek de böyle değil…? İlgi var. Özellikle de yurt dışından. Günümüzde
Mevlevi olmak ne demek? Mevlevi olunabiliyor mu hala? Dediğiniz gibi yalnızca bir kültür mü? Devir öyle
bir devir ki, iş güç arasında koşullar ve zaman bunu uygun kılmıyor. Artık sadece
bir kültür olarak bakılması ve benimsenmesi lazım. Eskiden Mevlevihanelerde eğitim verilirmiş.
Müzisyenlerin %99’u Mevlevihanelerde yetişmiş. Hattatlar ve diğer sanatçılar da aynı
şekilde. Bana bazen soruyorlar, nasıl Mevlevi olunur diye. Ben de onlara Mevlevi olunmaz, Mevlevi doğulur diyorum.
Herkesin içinde bu duygular var, ama açığa çıkartmaya talip olmak gerek. İnsanlar
kendi kendilerini arıyorlar. Aslında her şey huzur ve dengeyle ilgili. Maddi hayat ve manevi hayatı dengelemekle
ilgili. Sizce Mevlana’nın değerleri günümüzde doğru bir şekilde yaşatılabiliyor
mu? Yozlaşıyor mu? Gençler sahip çıkıyor mu? İşte bu yılı Mevlana
yılı etmenin güzelliği de bu. Sizin gibi gençler öğreniyor. MEB kitaplar hazırlattı,
okullarda okutuluyor. Biz gençken Mevlana’nın adı bir kere geçmezdi kitaplarımıza.
Biz Konya’ya giderdik törenler için; kimse anlamazdı ne için, nereye gidiyoruz, ne yapıyoruz… Biz devletin bu konuyla çok fazla ilgilenmediğini düşünüyorduk. Öyle mi? Devlet ilgili.
Ama herkes Mevlana’yı yurt dışına anlatma telaşı içinde. Biz önce kendi milletimize
anlatmalıyız. Kendimiz anlayalım ki başkalarına da anlatabilelim. Özellikle gençler
sahip çıkmalı. Geçen gün Kanal D’de Genç Bakış adlı bir programa
katıldım. Abbas Güçlü’nün programı. İlk defa canlı yayına katıldım,
çok heyecanlandım. Bir de ilk soruyu bana sordular, bir ben biliyorum ne kadar zorlandığımı.
Belediye Başkanımız vardı benden başka. Kültür Bakanımız gelememiş, müsteşar
bey geldi. Gençler sorular sordu, biz de cevaplamaya çalıştık. Ben de gençlere bir soru
sordum. Dedim ki, gençlere nasıl ulaşılır? Biz ne yapalım ki gençlerin ilgisini çekelim?
diye sordum. Bu sorum gazetelerde de çıktı. Bana yalnızca bir tane e-mail geldi bu soruma cevap olarak-
Balıkesir’den genç bir bayan, Eskişehir’den. Birkaç şık önermiş, yarışmalar
yapılsın vs. Büyükler film yapılsın diyor. Çizgi film yapılsın diyor. Balıklar
çıkmış Mevlana’yı anlatıyor. Çağrı kalitesinde bir film yapılmalı
yapılacaksa. Herkese ulaşabilmeli. Siz aslında çok bilgilisiniz, sorularınız çok iyi. Bazı
gazeteciler var, röportaj yapmaya geliyorlar, o kadar bilgisizler ki. Mevlana’nın torunu olmak nasıl
bir duygu? Mesuliyetli bir şey. Bir çocuk doğduğu zaman ona bir mücevher veriliyor. Ben bunu ona
benzetiyorum. Bu mücevheri kırmamak, kaybetmemek, kirletmemek gerek. Bunu taşımak çok büyük
bir haz, keyif ve onur olduğu gibi çok büyük bir sorumluluk getiriyor. Ben doğduğumdan beri
bizim evde bu konular konuşuluyor. Nasıl bir doktorun evinde tıp konuşulursa, bizim evde de Mevlevilik
konuşulurdu. Ben de ister istemez duyuyor ve biliyordum. Şimdi bildiklerimi paylaşmak istiyorum. Biliyorum
demiyorum. Kendimce anlatıyorum. Teşekkür ederiz efendim. |